Kimi geceler babası sadece üzerini örtüp, saçlarını, yüzünü, alnını okşamakla yetinmezdi. Yatağının bir kenarına ilişir, gizli gizli bir şeyler fısıldardı. Sanki ona yattığı yerde nasihat ederdi. Pişmanlıklarını, görüp geçirdiklerini anlatırdı. Hayatın çok, ama çok ağır, taşıması çok zahmetli bir yük olduğunu anlatırdı sanki. Oğlu bu fısıltıları duymak için bütün dikkatini harcardı, ama nafile, duyamazdı. Babası daha sonra kalkar, yüzünü seyrederdi oğlunun. Babasının alkollü nefesini hissederdi. Buruk, öksüz, kaybetmiş bir insanın kokusuydu bu. Yaralanmış umudun kokusuydu. Ve bazen oğlunun yüzüne ılık, ama içini dağlayan damlalar düşerdi. Yüreği acıyla ve coşkuyla açılır, gözlerini daha sıkı yumar, kalbi daha hızlı atardı. Babası yüzüne bakıp bakıp ağlar, gözyaşları oğlunun yüzüne damlardı. Gizli tören, bu gözyaşlarıyla biterdi.