Geçtiğimiz yüzyılın en önemli özgürleşme kuramlarından birini sunan Umut İlkesi, hem Frankfurt Okulu ile bağıntısında hem
de Sartre'ın da içinde yer aldığı Marksist Hümanizm akımı içinde tanımlanagelen ama her zaman "aykırı" olan bir filozofun,
Bloch'un ana eseridir. Tanrıtanımaz bir dinin içinden konuşan, zamanla/tarihle peygamberâne bir ilişki kuran, bir umut ve
gelecek felsefesini, gelecek bir özgürlük krallığı düşünü sunan Bloch'un ütopyasının sosyalist bir ütopya olduğunu biliyoruz.
Ama onun "reel sosyalizm"in ütopyayı gelecek kavramının dışında bırakan pozitivizminden de köklü bir şekilde ayrıldığını
da biliyoruz. Düşlemek, umut etmek ve eylemek arasındaki bağıntıyı, belirlenimci bir "yapma" iradesinde değil, özgürleştirici
bir "isteme"de bulduğu için Bloch, tarihi insanlığın saklı düşlerinin hikâyesi olarak okur...
Bloch'un ütopya kavramında sadece politik bir dönüştürme/ değiştirme arzusunu değil, aynı zamanda insanın değer yaratma
kapasitesini de görmesi, onun gerçeklik kavramını pozitivist bir zeminde değil, yani olgusallık zemininde değil, hakikilik/sahicilik
kavramının işaret ettiği zeminde yani ahlaksal alanla ilişkisinde tanımladığının göstergesidir... Sahicilik, özgürlük bilincinin
eylemin kılavuzu olmasında değil, eylemin bizzat kendisinin bu bilinci görünür kılan şey olmasında bulunur...
Gelecek kategorisinin epeydir insanlığın ufkundan çıktığı, insanlığın fasit bir şimdiye kapandığı zamanlarda Bloch'u
okumak, daha iyi bir yaşam arzusunun, aslında geleceğe açılan kapının kendisi olduğunu görmeyi/hatırlamayı sağlayabilir.
Edebi, hatta şiirsel, kimi zaman da "sırlı" bir dille kelimelere dökülen bir insanlık hikâyesini, tarihe tanıklığın felsefi tarzının
büyük örneklerinden birini okurken, bu "sırlı" dilin Türkçede dile gelmesinin zorluğunu aşmanın da büyüklüğü fark edilecektir.
Nilgün Toker