Parlak bir sema ve güzel bir hava içinde seyahat ediyoruz. Almanya'nın her tarafı gibi buralar da gelişmişti. Ufuklarda fabrika bacaları, büyük ormanlar gibi birbiri ardınca yükseliyor ve uzayıp gidiyordu. Tarlalar sanki sürülmemiş, ekilmemiş, adeta özenle süslenmiş gibiydi.
Saat 8'de Hanegav şehri üzerindeyiz. Mektebe gelen çocuklar önce bahçelerine, sonra sokaklara fırladılar.
Bir anda pencereler, damlar, yollar ve meydanlar insanla doldu. İki yüz metreye kadar inerek şehrin üzerinde dolaşıyoruz. Ellerimizi uzatsak, aşağıdakileri tutacakmışız gibi bir his var. Çanlar çalıyor, halk koşuşuyor, mendiller, havlular, yatak çarşafları sallanıyor...
Kısaca, bir curcuna, bir telâş hâkim. Bizim yolcular da sofra örtülerini pencerelerden çıkararak karşılık veriyorlar. Sabah uykusundan uyanan ahali, Zeplin ile sanki manyetize olmuş gibi. Biz ne tarafa yönelsek, onlar da o tarafa akın ediyorlar.