"Beni kendime iade ettin.
Gölgeye çekilmeden de var olabileceğimi seninle öğrendim.
Çünkü sen, sadece yanımda duran biri değil; içimdeki karanlığa ışık tutan bir bilgeydin."
Defne...
Başarılarla örülmüş bir vitrin hayatın içinde, kırık aynalara baka baka büyümüş bir kadın. Gösterişli cümlelerin, ödüllerin, alkışların ardında bir çocuk hâlâ susmakta: Görülmeyi bekleyen, sevilmeyi hak ettiğine bir türlü inanamayan bir çocuk. Onu ne annesinin onayı ne de sevgilisininki iyileştirebildi. Çünkü onun ihtiyacı olan, yargılamayan bir göz, tutunduğunda geri çekilmeyen bir el ve sessizliğini bozmadan dinleyen bir kalpti.
Nilüfer...
Ne bir kahraman, ne bir kurtarıcı. Ama sessizliğiyle bile bir sığınak, yargısız bakışıyla bir devrim. Onun varlığı, Defne'nin unuttuğu duyguları sandıktan çıkaran bir el gibi... İlk kez biri, Defne'nin görünmeyen taraflarını da sevebileceğini gösterdi. Ve Defne, ilk kez biri sayesinde aynaya sevilerek baktı.
Bu bir aşk hikâyesi değil.
Bu, bir kadının kendini bulma, kırılganlığını saklamadan yaşama, eksiklerini inkâr etmeden sevilme hikâyesi.
Bu, kadınlar arası görünmeyen ama en sağlam bağların, kardeşlikten daha köklü dostlukların, ruhun sızdığı yerden girip insanı onaran ilişkilerin romanı.
Sen Benim Kanatlarımsın, bir teşekkür mektubu gibi.
Hem görünür olanlara hem de görünmeyenlere.
Dostluk kılığına girmiş bir aynanın, bizi kendimize döndürme ihtimaline...
Defne ve Nilüfer'in dostluğu, okuruna aynalık ediyor.
Kendini görünmez hissedenlere, içindeki sesi bastıranlara, bir zamanlar kendinden vazgeçmiş herkese fısıldıyor:
"Sen de varsın. Olduğun gibi. Fazla olmadan, az olmadan. Tam da böyle..."