En sevdiği mevsim olan yaza kavuşunca içi şen şakrak duygularla doluyor Atlas'ın. Tatil başlar başlamaz Ege'deki o şirin sahil kasabasına, dedesiyle ninesinin yanına gidiyor.
Şefkatli iki ihtiyarın yüreğinde dinleneceği, sevgi dolu dostlukların sıcaklığında demleneceği ve çam ağaçlarının gölgesine meltemlerle süzülen deniz kokusunda serinleyeceği bir yaz tatili başlıyor.
Peki her şey bu kadar mükemmel olabilir mi? Hayır elbette! Canını sıkan, boğazına bir yumru gibi gelip oturan şu yaz tatili ödevi yok mu? İşleri zorlaştıran, huzurunu kaçıran tek şey bu işte. İsyanı içinden taşıp diline dökülüyor ve feryat figan bağırıyor kendi kendine:
"Tatil bu yahu, adı üstünde, ta-til. Dinlenme zamanı, boş boş gezme zamanı, zamanın kaygılı akışından kurtulma zamanı."
Ne diyelim? Çocuk yüreğindeki bu isyanda haklı olabilirdi Atlas. Fakat öyle olmuyor işte. Haksız çıkıyor. Bu ödev onun yüreğinde arsızca kanat çırpıp duran kaygı kuşlarını susturuyor ve kaleminden dökülen her sözcükte Atlas daha güçlü bir kahramana dönüşüveriyor.
Kapağı rengarenk boyalarla şenlendirilmiş bir defter ve gökkuşağından renkler çalmış bir kalemle başlıyor masalını yazmaya. Yazdıkça akıp giden korkularına ve silinip yok olan kaygılarına el sallıyor umutla. Onlarla vedalaşırken eski dostu denize sıcacık bir merhaba hazırlıyor yüreğinin heybesinde. Ve her masal gibi Atlas'ın masalı da mutlu sonla bitiyor. Esrinta'nın esareti sona eriyor.
Atlas, yazdığı masalla hem bizi kenarları çiçeklerle bezeli ve eninde sonunda denize ulaşan bir yoldan yürütüyor hem de büyülü bir dünyanın en gerçek hâlini gözlerimizin önüne seriyor. Atlas bize oturup beklemektense koşarak hayal edilen yere varmanın, korkup vazgeçmektense savaşarak kazanmanın güzelliğini anlatıyor.