O gece-ışıklar kısık, müzik kubbede, hava kestane kokulu. Çiçek Pasajı'nda biri birine eğilip "Şimdi mi?" diye fısıldıyor. Cevabı bu kitap: Bir geceden çoğalan çok sesli öyküler. Her metin, kişisel sızıyla ortak belleğin çatlağını birbirine dikiyor; diyalog parıltı değil omurga, sahne süs değil hakikat. Şehrin uğultusu fonda, masadaki sessizlik esas oyuncu.
"Son beş dakika," dediler; kavun tabağı tazelendi, kahkaha ve müzik kubbeye çarptı, omzumuza bir el koyuldu; içimizden şu geçti: "Bu anı elimden alma."
İstiklal'in uğultusu, bayat şarabın kokusu, kızarmış ciğerin buharı, depremin şehre sinmiş tozu... Sızı tam burada: kapı eşiğinde duran bir yara. Pasajın kalbinde, zaman bir anlığına durur, karanlık cam tavanda çoğalır, bir bıçak hem mekânın göğsüne hem birlikte yaşama umudumuza saplanır; sonra saat tam 12'yi vurur.
Bu kitap, o gecenin yankısıyla yazıldı. Işıklar geri geldiğinde, içimizde neyin eksildiğini anlamaya çalıştık. Yirmi beş yıldır cebimizde taşıdığımız o gece, şimdi çok sesli bir deftere dönüyor; her öykü kişisel bir sızıyla ortak belleğin çatlağını birbirine dikiyor. Burada bitmiyor; birlikte atlanacak daha çok eşik var.
Biz, o gecenin üzerinden yirmi beş yıl geçse de aynı eşiğin önünde bekleyenleriz.
Geri sayım bitti; söz şimdi sende.
Hakan Akdoğan